dertlerinizi anlatın, dermanı biz olalım
  Hoşçakal Yağmur
 

Hoşçakal Yağmur...

Demir kapı büyük bir gürültüyle kapandığında artık özgürdü.
Gökyüzüne baktı, derin bir nefes aldı. Önünde uzayıp giden şehri izledi. 
Cadde boyunca bir daha geriye bakmadı.

Yaşadığı şehre geldiğinde akşam olmak üzereydi. Önce şehrin mezarlığına gitti.
Yorucu da olsa aradığı mezarı buldu. Birkaç dua okudu, 
solmaya yüz tutan çiçekleri suladı. Mezar taşındaki resmi inceledi bir süre,
ömründe hiç görmediği, sekiz yaşındaki bir kızın resmiydi bu. 
Resmin altında kendisine lanetler yağıyordu. Gözleri doldu, birkaç damla yaş,
yanaklarından süzülüp mezar taşına damladı. “Sen ölümü hak etmedin kızım!”
diye mırıldandı “ben de...”

Sabah olduğunda bankadaki bütün parasını çekti.
Elektriğini, suyunu ve telefonunu açtırdı. Sonra şehrin parklarından birine gitti.
Telekom amirliğine bir dilekçe yazdı. Şimdilik beklemekten başka yapacak
bir şeyi yoktu.
Parası bir süre daha yeterdi. Çok sevdiği öğretmenliğe istese de dönemezdi.
Babadan kalma evini, arabasını satar, başka bir şehirde yeni bir iş kurardı
kendine. Ama tüm soru işaretlerini kaldırmalıydı.
Aslında kaldırmıştı soru işaretlerini, son bir konuşması vardı, hazırlanmalıydı,
tüm delilleri toplamalıydı. Noktayı sonra koyacaktı.

Arkadaşlarından bir kaçına rastladı. “Geçmiş olsun” dediler dil ucuyla.
“Yapabileceğimiz bir şey varsa...” Onların gözlerinde biten arkadaşlıklarını gördü.
Yedi sekiz ay içinde nasıl da bitmişti her şey.
Bu şehir bir karabasan gibi çöküyordu üzerine. Kime, ne söyleyebilirdi?...
Teşekkür edip ayrıldı.
Dilekçesine cevap yirmi gün sonra geldi: “Son sekiz ay içinde kayıt dışı hiçbir
ücret alınmadığı, yapılan telefon görüşmelerinin ekte listesinin verildiği...”
İki telefon numarasının altını çizdi. Sekiz ay önce yapılan aramalardı bunlar. 
Tutuklanmadan birkaç saat önce. Gelen yazıyı katlayıp, cebine koydu.
Saat dokuza geliyordu. Daha fazla beklemenin hiçbir anlamı yoktu.
Kapının ziline dokunmadan elindeki adresi bir kez daha kontrol etti.
Evvet, elindeki adres burasıydı. İçinde kin yoktu. Öfke de yoktu.
Yavaşça zile dokundu. Kapı açıldığında şaşkınlıktan donakaldı.
Kapıdaki eski sevgilisiydi. 
- Yanlış geldim galiba, diyebildi usulca, ben Cihan’ı aramıştım.
- Hayır, yanlış gelmedin. Cihan şimdi büroda. Ben beş aydır Cihan’la yaşıyorum,
dedi Yağmur başını yere eğerek.
Elini Yağmur’un çenesine uzatıp, yere eğilen başını yukarıya kaldırdı.
Gözlerinin derinliklerine baktı bir süre. Baş parmağıyla gözlerinden
süzülen yaşlarını sildi. Başını iki yana salladı birkaç defa. 
Daha fazla dayanamadı, dışarıya fırladı.
Büroya gelene kadar türlü türlü düşenceler geldi geçti beyninden.
Bazen sinirlendi, bazen duygulandı, için için ağladı. 
Cihan’ı vurma duygusu yavaş yavaş kapladı yüreğini.
“Bana bunu da mı yapacaktın Cihan?” diye söylendi kendi kendine.
Yağmur’un acısı iki ucu keskin sivri bir hançer gibi saplandı yüreğine.
Karmakarışık duygular içinde büroya vardı. Cihan masasında oturuyordu.
Korhan’ı görünce ayağa kalktı, yüzündeki duygu karmaşasını anladı hemen,
alttan almaya çalıştı:
- Oooo geçmiş olsun dostum, hoş geldin, gel, şöyle otur.
(Dışarıya seslenerek) Oğlum hadi bize çay söyle,
eski dostlar şöyle karşılıklı muhabbete dalsın biraz.
Nerdesin sen ya! diyerek döndü Korhan’a. Yirmi gün kadar olmuş içerden çıkalı,
neden uğramadın? Bekledim seni. Her gün bekledim, ha bugün gelir, ha yarın...
Kısmet bu güneymiş. Şükür kavuşturana!... 
- Ve Yağmur’un şerefine değil mi Cihan? 
İşlemediği bir suçtan iftiranla içerde yatan dostunun şerefine,
devam edeyim mi?..
- Ne diyorsun sen ya, diyerek şaşkın gözlerle baktı Korhan’a.
- Rol yapmayı kes artık, o gözlerle de bakma bana. Şaşkınlık değil,
aplatlık var o gözlerde. Evvet, her şeyi biliyorum. O kazayı ben yapmamıştım.
O gece yoldaydım ama o kazayı ben yapmadım. O kızı ben öldürmedim.
Ama cezasını ben çektim. Ömür boyu da çekeceğim. İçerdeyken düşündüm,
günlerce, haftalarca düşündüm. Bütün yollar sana çıkıyordu,
bütün kapılar sana açılıyordu. Kabul etmek istemedim,
dostum bunu yapamaz dedim ama dedim ya yollar hep sana çıkıyordu.
Zamanla içimdeki nefreti öldürdüm, sana olan kızgınlığım, kırgınlığım,
nefretim ya da adı her neyse, geçti, bütün korlar soğudu, küle dönüştü.
Kabul etmek zordu ama ... Seni de öldürdüm.
Sadece son bir konuşma yapmak istedim seninle.
Her şeyin farkında olduğumu bilmeni istedim. İçerden çıkınca,
Telekoma, senin adına bir dilekçe yazdım. İşte dilekçenin cevabı.
Yaptığın görüşmelerin hepsi burada. Sekiz ay boyunca yapılan bütün görüşmeler.
Kazadan birkaç saat önce yapılan görüşmeler de.
Biri polise, diğeri savcılığa. Neden ulan, neden, 
diye bağırmaya başladı Cihan’ın yakasına yapışarak. 
- Anlatacağım, anlatacağım, diyebildi Cihan. 
Korhan’ın ellerinden kurtulmaya çalışarak. Otur şöyle her şeyi anlatacağım.
Sonra istersen vur beni, istersen polise ya da savcıya, kime gidersen git.
Ama otur dinle beni. Çocukluğumuzdan beri arkadaşız seninle. 
Aynı sıralarda oturduk, aynı mahallede büyüdük. Çocuklar seninle oynamak,
okulda aynı sırada oturmak için yarışırlardı. Mahallenin kızları bile sana aşıktı.
Sen onları görmezdin. Kudururdum için için, senin yerinde olmak isterdim.
Senden daha yüksek bir not alsam dünyalar benim olurdu.
Bir kız bana baksa uçardım. Babam bile seni anlatırdı anneme,
onların konuşmalarını duyar, sinirimden kudururdum. Beni anlayabiliyor musun?
Bu güne kadar her an, her saniye senden intikam alma duygularıyla yaşadım ben.
Hiç bir zaman dostun olmadım senin. Bütün işlerini,
bütün ilişkilerini bozmaya çalıştım. Çocukluğundan beri yaşadığın 
tüm olumsuzlukları ben tezgahladım. Ama şans hep senden yanaydı.
Ne yapar eder, en az zararla sıyrılırdın içinden. Pişman mıyım? Hayır değilim,
inan ki değilim. İçimdeki kini bilemezsin sen. Onlarla nasıl yaşadığımı bilemezsin.
Bir gün bile gelmedin evime. Oysa ben, hemen her akşam senin yanındaydım.
O gece, evvet kazanın olduğu o gece, işte dedim, tam fırsatı.
Kessinlikle kendini kurtaramaz. Aslında o kazayı ben yaptım. 
Güneş yeni batmıştı, alaca karanlıktı hava. Nasıl oldu anlamadım,
küçük kızı birden önümde gördüm. Frene bile basamadım.
Kızın arabanın üzerinden arkaya geçişini gürdüm. Durmadım, duramadım.
Basıp gittim. Daha eve gelmeden kurdum bütün hikayeyi.
Bu defa kurtulamaz dedim. Kesinlikle kurtulamaz. 
Ve polisi arayıp senin plakanı verdim. Sonra savcıyı aradım.
Senin adına konuştum onunla, kendi suç itirafımı yaptım.
Seni içeri götürürlerken, ben barda tutuklanışını kutluyordum.
Hadi şimdi git, git polise durumu anlat. Siz çözemediniz ama ben çözdüm de.
Boyun bir karış uzasın yine. Bunca ay beni boşu boşuna yatırdınız de...
Ne duruyorsun be, anlattım işte her şeyi. Git hepsini anlat. 
Gözleri kan gölü olmuştu. Kin, nefret, kıskançlık... Hepsi okunabiliyordu yüzünde. 
- Peki ya Yağmur? Ona neden yaptın bunu. 
- Yağmur... O çok güzel bir kızdı. Hoşlandım ondan, sevdim,çok sevdim.
Senden ayırmak için elimden geleni yaptım. İkinizi de kurdum. Ama olmuyordu,
ayıramıyordum sizi. Bir akşam, evvet bir akşam onu cafede beklediğini söyledim.
Sonra ben gittim cafeye. Seni bekliyordu ama sen bir türlü gelmiyordun.
Sen gelmedikçe o içiyordu. Bir kadınla birlikte çıktığını söyledim ona.
Deliye döndü, inanmak istemedi. Ağladı, ağladıkça da içti.
O gece senden nefret etti. Ve seni benimle aldattı. Bir daha da göremedi seni.
Sen ertesi gün tutuklandın. Birkaç ay sonra o da benimle yaşamaya başladı.
Tutuklandığından haberi yok ama hiç unutmadı seni. Senin gibi sevemedi beni.
Kahretsin, ne varsa sende... 

Cihan elindeki içeceğini tekrar tekrar kaldırırken yerinden doğruldu Korhan.
Masada duran dolu çay bardağını aldı eline.
Sert bir şekilde Cihan’ın ayakları önüne döktü, bardağı masaya koyup:
- Yüzüne dökmeye bile değmezsin sen, dedi. Bir daha geriye bakmadan çıkıp gitti. 
Eve geldiğinde garajı açtı, arabayı çıkarıp yıkadı. Eşyalarını hazırlayıp,
arabaya yerleştirdi. Arabaya binmek üzereyken, kan anonsunu duydu.
“Kanamalı bir hasta için çok acele AB grubu Rh- kan aranıyor. 
Kan vermek isteyenlerin hastanenin acil servisine...” Bu kendi kanıydı.
Zor bulunan bir kandı. Belki de bir can onun sayesinde kurtulacaktı.
Arabasını çalıştırıp, hastaneye yöneldi. “Alabildiğiniz kadar alın” dedi.
“Ama acele edin.” “Bire bir alacağız kanı dedi hemşire,
beklemeye zamanımız yok, sizden alırken aynı zamanda da hastaya vereceğiz.
” Kolundan çıkan kan,paravanın öbür tarafında ameliyat olan hastaya gitmekteydi.
Belki de ona can verecekti. Bunu hiç düşünmemişti,
hayat vereceği canın mutluluğu yavaş yavaş içini kaplamaya başladı.

Kan verme süresi bitince bir süre dinlendi, ayağa kalkmadı. Küçük kızı düşündü,
Cihan’ı ve Yağmur’u... Demek hiçbir şey söylemeden ayrılmasının nedeni de
Cihan’dı. Boş yere beklemişti ziyaretine gelmesini.
“Sen yaşayacak adam değilmişsin be Cihan” diye düşündü.
“Bir gün Allah senin de cezanı verir.” Yavaş yavaş yerinden doğruldu,
kendini şöyle bir yokladı, başı dönmüyordu. Yola çıkabilirdi.
Diğer tarafta ameliyat bitmiş olmalı diye düşündü. Ses seda kesildi.
Paravana yaklaştı, durdu, hastayı görmenin ne yararı olacaktı.
Vazgeçip kapıya yöneldi. 
- Korhan!
Sesin geldiği yöne döndüğünde Yağmur’la karşılaştı. Yağmur hıçkıra hıçkıra ağlıyor-
du. 
- Ne oldu, diye sordu Korhan. Yoksa... 
- Cihan, diye inledi Yağmur. Cihan’ı vurmuşlar az önce.
Üç kişi gelmiş büroya, silahlarını çekip... 
Ameliyathanenin kapısına yöneldi Korhan, o anda dışarıya çıkan doktorla karşılaştı.
“Yaşayacak”dedi doktor,"Kurşunun biri beyni, diğeri de kalbi sıyırıp geçmiş.
Kan da tam zamanında bulundu. Geçmiş olsun.”
- Kanı sen vermişsin, teşekkür ederim,dedi Yağmur,
yaşlı gözlerle Korhan’a bakarak. İçini bir umut sarmıştı,
acısını az da olsa unutmuştu.
- Ben gidiyorum, dedi Korhan. Geçmiş olsun. Belki kanım bir işe yarar.
Arabasına bindiğinde yaz yağmuru çiseliyordu. Bir daha geriye bile
bakmadan saatlerce sürdü arabayı. Yalnızca bir cümle döküldü dudaklarından:
"Hoşçakal Yağmur"...

 
  Bugün 4 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol